|
|||||||||||
|
|||||||||||
Soru: Kurbanın
hükmü nedir? Nasıl kesilir, hükümleri nelerdir. Cevab:
Bismillâhirrahmanirrahim. Kurban: Muayyen bir
vakitte, muayyen bir hayvanı ibadet maksadıyla usulune uygun olarak
kesmek demektir. Muayyen vakit’ten maksat: Kurban bayramı günleri,
muayyen hayvan’dan da maksat: Koyun, keçi, sığır ve deve gibi
şer’an kurban edilmesi caiz olan hayvanlardır. Arabça’da kurban
kelimesinden ziyade “Udhiye” kelimesi kullanılır. Çokluk şekli:
Edahi’dir. Sözlükte yaklaşmak anlamına gelen kurban, Allah’a
yaklaşmayı Allah yolunda malların feda edilebileceğini, Allah’a
teslimiyeti ve şükrü ifade eder. Kur’an-ı Kerim, kurban
müessesesinin Hz. Adem (aleyhisselam)’ın çocuklarıyla
birlikte başladığını haber verir. Şöyle ki: Onlara
Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani
birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden
ise kabul edilmemişti. Böylece âyet,
ALLAH’a yaklaşmak maksadıyla kurban sunma ibâdetinin insanlıkla
birlikte başladığını gösterir. Âyette kabul
edildiği belirtilen kurban Hâbil’e aitti ve bir koçtu.
Kabul edilmeyen de Kâbil’e aitti ve ekindi. Yüce dinimizin
fakirle zengin, komşuyla komşu arasında dengeyi sağlıyan ve sosyal
adaletin gerçekleşmesine dayanak olan vecibelerinden birisi olan
Kurban, Hicret’in ikinci yılında Müslamanlara meşrû
kılınmıştır. Meşrûiyyeti: Kur’an-ı Kerim Hadis-i Şerif ve İcma-i
Ümmet ile sabittir. Rabbû’l-âlemin
şöyle buyurur: Biz büyük baş hayvanları da sizin
için Allah’ın (dininin) işaretlerinden (kurban) kıldık. Onlarda
sizin için hayır vardır. Şu halde onlar, ayakları üzerine
dururken üzerlerine Allah’ın ismini anınız (ve kurban ediniz). Yan
üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı
çıktığında) onlardan hem kendiniz yeyin, hem de ihtiyacını
gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz,
şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik. Hz. Aişe (R.A)dan
rivayete göre Resûlullah (S.A.V) şöyle buyurmuştur: “Adem oğlu, Kurban
Bayramı günü Allah Teâlâ katında kan akıtmaktan
daha sevimli hiçbir amel yapmamıştır. Gerçekten o
kurbanlık hayvan, kıyamet günü boynuzuyla, tırnaklarıyla ve
kıllarıyla birlikte gelir. Kurbandan akan kan yere düşmeden Allah
Teâlâ yanındaki yerini alır. O halde (kurbanın sevabı
böyle olunca) kurban kesmekle kendinizi hoş ve müsterih
tutun.” Bu hadis, kurban bayramı gününde yapılabilecek en
kıymetli, en makbul ibâdetin kurban kesmek olduğunu
belirtmektedir. Ayrıca hadis-i şerifte, kurbanın boynuz, kıl, tırnak
gibi işe yaramaz gibi gözüken kısımlarının bile kıyamet
günü ortaya çıkacağının zikri, kurbandan hâsıl
olacak sevâbın büyüklüğünü
belirtmektedir. Kanın yere düşmeden
inşallahda bir mevkiye ulaşması, Allah’ın kurban ibadetinden razı
olacağını, kurbanın indallahda makbûl bir ibâdet
bulunduğunu ifade eder. Öyle ise kulun,
böylesine kıymetli bir ibadeti, istemeyerek, cimrice
düşüncelerle değil, gönül hoşluğu ile,
sevinçle yapması, kurban emrini yerine getirmek hususunda
iştiyak ve heyecan duyması, bayram yapması gerekir. Resûlullah
(S.A.V) bu noktaya irşad buyurmaktadır. Zeyd b. Erkam (R.A)
şöyle demiştir: Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ashâb’ı: Yâ
Resûlallah! Şu udhiyyeler (yani bayramda kesilen kurbanlar)
nedir? dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
“Babanız İbrâhim’in
sünnetidir” diye cevap verdi. Sahâbiler: Peki. Kurbanlarda bizim
için ne (sevab) var? Yâ Resûlallah, dediler. Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem): “Her kıla karşılık bir hasene var”
buyurdu. Sahâbiler: Ya yün (Yâni kesilen kurban
koyun-kuzu olunca sevab nasıl)? dediler. Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem): “Yünden beher taneye
karşılık bir hasene (var)dır” buyurdu.” Evet kurban kesme imkanı
olduğu halde şu veya bu bahanelerle bu görevini yerine
getirmeyenler için bu hadis-i şerif tehdit olarak kafidir.
Çünkü Peygamberimiz, Allah’ın verdiği mal bolluğu
içinde iken, Allah yolunda, O’nun rızası için bir kurban
kesmemek cimriliğini gösteren kimsenin, İslâm topluluğu
içinde yerinin olmadığını beyan etmişlerdi. İslâm dini
yalnız âhiret hayatına taaluk eden meseleleri ele almaz,
dünya hayatına gelen tüm canlıları ve yaşayışlarını,
insanların birbirine karşı görevlerini de ele alır. İslâm’ın
her koyduğu kaide de insan hayatı için mutlaka bir yarar vardır.
Kurban kesmenin
meşrûiyyeti üzerinde bütün müctehid imamlar
icma (fikir birliği) etmişlerdir. Binaenaleyh kurban kesmek: Hanefi
mezhebince vacib kabul edilmiştir. Muhterem okuyucu! İslâm'da iki
mühim teklif vardır. Birincisi: Ta’zim li emrillâh,
ikincisi: Şefkat âlâ halkillâh.” Ta’zim li emrillâh: Allah’ın emrini büyük tanıyıp, her şeyden üstün tutmaktır. Yani ALLAH’a hakkıyla iman edip, yalnız ona ibadet etmek, her şeyde yalnız O'nun rızasını gözetmektir. Sevgide Hakk’ın rızasını, yollardan Sırat-ı müstakim’i seçmektir. Gerekirse bu uğurda canını, malını, evlâd-ü İyâlini feda eylemektir. Hayalinde böyle bir müslüman arayanlara Hz. İbrahim’i (A.S) hatırlatmak kâfidir sanıyoruz. ALLAHÜ
Teâlâ’nın yarattıklarına şefkatli ve merhametli olmaktır.
Binaenaleyh hâli, vakti yerinde olan ey müslümanlar!
Fakirlere, yoksullara muhtaçlara karşı katı yürekli
bulunmayınız. Onlara acıyınız, kendimizi bir defa olsun onların yerine
koyalım ve düşünelim. Hele bayramlarda onları daha ziyade
kollayalım. Bu, sadece onlar için bir fayda değil, bizim
için de bir kârdır. Çünkü,
bütün iyiliklerin, ibadetlerin faydası, hep döne dolaşa
yapana gelir. Bunu da asla hatırdan çıkarmayalım. Kurban Allah’a
yaklaşmak maksadıyla ve yalnız O’nun rızasını kazanmak için
kesilir. Allah’tan başkası adına hayvan kesmek haramdır ve bu yolla
tevessül edenleri Hz. Peygamber (S.A.V) “Allah’tan başkası namına
hayvan kesene Allah lanet etsin” şeklinde ifadeleriyle uyarımşıtır. Kurbanın vacib olmasının
şartları. Kurban Kesecek kimsenin: a- Müslüman
olması, b- Akıllı ve
bûlûga ermiş olması, c- Hür olması d- Nisab miktarı mala
sahib olması e- Seferi olmayıp mukim
olması, gerekir. Seferi olanlar kurban
kesmekten muaftır. Bundan dolayı seferiliği gerektirecek yoldan haca
gidenler seferde oldukları için, memleketlerinde kesmeleri
gereken kurbanları kesmek vâcip değildir. Eğer bu kurbanı kesmek
isterlerse yerlerine birini vekil tayin etmek sûreti ile
kestirebilirler. Eyyam-ı nahr’ın (kurban kesme günlerin)'de
yolculuğa çıkan kişi, vakit çıkmadan nukim olursa
kurbanla mükelleftir. Eyyam-ı nahr'ın ilk günlerinde mukim
olduğu halde kurban kesmeyen ve son gün sefere çıkan
kişiden vücubiyet düşer. Kurban kesmede nisab,
sadaka-i fıtırla mükellef olmaktır. Bu durumdaki
Müslümana kurban kesmek vaciptir. Bu da: Temel
ihtiyaçlarının dışında üreyici (nâmî) olsun
veya olmasın nisap miktarı mala sahip olmaktır. Bu da fitre nisabıyla
aynı olup, üzerinden bir yıl geçmesi şartı da aranmaz.Yani
bayram sabahı 200 dirhem gümüş veya 20 miskal altın veya
bunların karşılığı olan para veya ticaret malına sahip bulanan kimseye
kurban vacip olur. Temel ihtiyaçlara ev, normal ev eşyası,
binit, meslek aletleri ve benzerleri ile bakmakla
yükümlü olduğu kimselerin bir yıllık geçim
masrafaları da girer. Nisabı eksilten borç, eyyam-ı nahrda
kurbanlığın kaybolması kurbanın vücubiyetini düşürmez.
Kişi vaktin başlangıcında fakir, sonunda zenginleşirse kurban kesmesi
gerekir. Kurban kesmekle mükellef olan aldığı kurbanlığı kaybeder
ve mal varlığı nisabın altına düşürse eyyamı nahr’da fakir
olduğundan yeni bir kurban almaya gerek yoktur. Zengin olduğu halde
yerine yenisini alıp keser ve diğerini de bulursa bunu kesmesi
gerekmez. Nisabla ilgili bu bilgilerden sonra önemli bir hususa
temas etmek istiyorum. İslâm’da aile mülkiyeti değil, fert
mülkiyeti esastır. Bu itibarla aile içinde kurbanı, zengin
olanlar keser. Evin büyüğü keser, diye bir şey yoktur.
Bir aile içerisinde bulunanlar: Baba, anne, oğul, kız, gelin,
evet bunların her birileri dinen zengin ise hepsinin birer kurban
kesmesi gerekir. Dinen zengin sayılan kimse yoksa, hiçbirinin
kesmesi gerekmez. Bazen de yanlış ve dini olmayan bir adet gereğince,
icabında esas kurban kesmesi gerekli olan koca-veya tersi yani hanım-
bir sene biri, diğer sene de öbürü veya kurban kesmeye
imkânı olmayan fakir anne-baba, zengin olan oğlu veya kızı
yanında bulunurken, hürmeten anne veya baba adına kurban
kesilmektedir. Bu, çok yanlış bir uygulamadır.
Çünkü esas kurban kesmesi gerekli olan kimse
kesmemekte ve borç altında kalmakta, diğeri ise nafile kurban
kesmektedir. Dünyada vâcip
olan vazifeyi yerine getirmek, borçtan kurtulmak ve
âhirette sevaba nâil olmaktır. Kurbanın rüknü:
Kurbanlık hayvanı
boğazlayıp kanını akıtmak yani bil-fiil kesmektir. Bu, olmadıkça
kurban yükümlülüğü yerine getirilmiş olmaz. Bu
yüzden, kurbanlık hayvanın kesilmeksizin, canlı olarak fakire veya
hayır müessesesine tasadduk veya teberru edilmesi caiz değildir. Kurban ibadeti, daha
önce de belirttiğimiz gibi, bütün ilâhi dinlerde
mevcud bir ibadettir. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: Biz, her ümmete
-(Kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak
verdiklerimiz üzerine Allah’ın adını ansınlar diye- kurban kesmeyi
gerekli kıldık. İmdi, İlâhınız, bir tek İlâh’tır. Öyle
ise, O’na teslim olun. (Ey Muhammed!) O ihlâslı ve mütevazı
insanları müjdele! Kurbanlık hayvanlar ve bu
hayvanlarda aranan şartlar: Kurbanlar; yalnız koyun,
keçi deve ve sığır türlü hayvanlardan kesilebilir.
Mandalar da sığır türünden sayılır Bunların erkekleri ile
dişileri eşittir. Yaban sığırı, geyik gibi yabani hayvanlarla, tavuk,
horoz, kaz gibi evcil hayvanlar kurban edilemezler. Koyun ve keçi ya
birer yaşını bitirmiş bulunmalı veya koyunlar yedi sekiz aylık olduğu
halde birer yaşında imiş gibi gösterişli olmalıdır. Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: “Koyun türünden kurban olarak ceza yeterlidir.
Cezea: Bir yaşını tamamlamış koyun anlamına geldiği gibi, altı ayını
doldurmuş, fakat bir yaşındaki koyunlar kadar gösterilişli olan
kuzuyu da ifade eder. Cezea; sığır türünde üç,
deve türünde beş yaşına basmış hayvan demektir. Bu
yüzden deve en az beş yaşını, sığır iki yaşını bitirmiş olunca
kurban kesilebilir. Koyun ve keçi bir
kişi adına kurban edilebilir. Sığır ve deveye ise birden yediye kadar
kişiler ortak olabilir. Çünkü Cabir (RA)’den
şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Hudeybiye’de Rasûlullah
(SAV) ile birlikte kurban kestik. Deveyi de sığırı da yedi kişi
için kestik.” Ancak ortaklardan her biri Müslüman
olmalı ve kurban niyetiyle ortaklığa girmiş bulunmalıdırlar. Et yeme
maksadıyla ortaklık kurulursa veya birisi et yeme maksadıyla ortaklıkta
bulunursa hiç birisinin kurbanı yerine gelmiş olamaz. Sığır veya
deveyi kurban etmek üzere ortaklık kuranlardan her birinin vacip
olan kurbana niyyetleri şart değildir. Ortaklardan bazısı vacip olan
kurban, bazıları nafile, bazıları keffaret kurbanı, ceza kurbanı,
Hacc-ı temettü veya Hacc-ı kıran kurbanı, akika kurbanı gibi
değişik niyetlerle ortaklıkta bulunabilirler. Kurban kesildikten sonra
et, tartı ile eşit şekilde paylaşılmalıdır. (16) Bir kimse tek başına
kesmek için aldığı bir deve veya sığıra daha sonra altı kişinin
daha ortak olmasına razı olarak birlikte kesseler kurban caiz olur.
Ancak bunda kerahet vardır. Aldığı parayı tasadduku daha uygundur. Bu
yüzden kurbanlık hayvanı satın almadan ortaklığı kurmak gerekir. Bu hususta asıl kaide
şudur: Eğer et ve değer itibariyle eşit olurlarsa, eti daha lezzetli
olan efdaldir. Şayet bu konuda aralarında fark olursa, daha fazla olan
evlâdır. Buna göre eğer et ve kıymette eşit olurlarsa, bir
koyun bir ineğin yedide birinden efdaldir. Şayet ineğin yedide birinin
eti fazla olursa, o zaman efdal olur. Eğer etleri ve kıymetleri eşit
olacak olursa, koç koyundan efdaldir. Değilse koyun efdaldir.
Keçinin dişisi etleri eşit olduğu takdirde ve burulmamış ise
erkeğinden efdaldir. Devenin ve sığırın dişisi et ve kıymet bakımından
eşit oldukları takdirde erkeğinden efdaldir. Çünkü
dişilerinin eti daha lezzetlidir. Buna göre burulmuş erkek
efdaldir, değilse dişisi efdaldir. Boynuzlu ve beyaz olanı başkasından
efdaldir. Kurbanlık hayvan,
kusurlardan beri olmalıdır Allah'ın rızasını
kazanmak için kesilecek olan kurbanın ayıplı ve kusurlu olmaması
gerekir. Bir kısım ayıplar var ki bunlardan birisi kendinde bulunan
hayvanlar kurban edilemez. Bir veya iki gözü kör,
dişlerinin çoğu düşmüş kemiğinde ilik kalmayacak kadar
zayıflamış, kesileceği yere gidemeyecek derecede topal, kulak veya
kuyruğunun yarıdan fazlası kesilmiş veya kopmuş, boynuzunun çoğu
kırılmış, memesi kesilmiş, doğuştan kulakları veya kuyruğu bulunmayan,
yavrusunu emziremeyen, memesi kurumuş veya memelerinden birisi
sütten kesilmiş olan koyun-keçi ile, ikisi sütten
kesilmiş sığır-deve, dört ayağından biri kesilmiş olan hayvan,
burnu kesilmiş, pislik yiyen hayranlar etindeki pislik temizleninceye
kadar tutulmamış ise kurban olmazlar. Deve 40, sığır 20, koyun
ise 10 gün hapsedilmelidir. Bera b. Azib (RA)'den rivayete
göre Rasulûllah (SAV) şöyle buyurmuştur: "Dört
özellik kurbanlıklarda caiz değildir. Açıkca belli olan
körlük, açıkca belli olan hastalık, belli olan
topallık, iliği kurumuş derecede zayıflık" (bu konuda ulemadan bazıları
şöyle bir genel kaide koymuşlardır: "Hayvandan tam olarak,
güzelce istifadeye mani olan her kusur kurbana manidir." Kusur bu
durumda değilse kurbana mani değildir. Kurbana mani olan bu kusurlar
zengin içindir. Zengin, kurban edeceği hayvanı bu kusurlardan
biri bulunduğu halde satın alırsa veya satın aldıktan sonra bu
kusurlardan birisi meydana gelirse; artık bu hayvanı, kurban edemez,
yerine bir başkasını satın alır. Fakir ise, o hayvanı keser. Şayet
ölürse zengin yerine bir başkasını satın alır, fakir olan ise
başka bir kurban almaz. Bazı ayıplar da vardır
ki; bunların kurban edilecek hayvanda bulunması zarar vermez.
Meselâ; yaradılıştan boynuzsuz, burma, yemini yiyebilen delirmiş
hayvan, çok zayıflamamış olan uyuz hayvan, yaradılıştan
kulakları küçük olan hayvan, dişlerinin azı
düşmüş veya dişleri olmadığı halde yemini yiyebilen ve
otlayabilen hayvanlardan kurban etmek caizdir. Kurbanlık hayvanın şaşı,
topal, uyuzlu ve deli olmasında, boynuzlu veya boynuzsuz veya
boynuzunun biraz kırık bulunmasında ve kulaklarının delinmiş veya enine
yarılmış olmasında, kulaklarının ucundan kesilip sarkık bir halde
bulunmasında, dişlerinin azı düşmüş olmasında, cinsel organı
bulunmayıp mecbup veya hurma bir halde yaşamasında bir sakınca yoktur. Mevzû ile
alâkalı bir soru: Kuyruğu olmayan Merinos koyunları kurban
edebilebilir mi? Cevap: Kurbanlık
hayvanların ayıplı olmaması, etini, yağını ve değerini azaltacak
hususlardan salim olması kurbanın sıhhat şartlarındandır. Değerini
düşürmeyen, etini ve yağını azaltmayan ayıplar ise kurbanın
sıhhatine mani olmayan küçük kusurlardır. Kurbanlık
hayvanın etini ve yağını çoğaltan, lezzetini artıran, hayvanı
iğdiş hale getirme işlemi, yaratılışı değiştirme sayılmamış, aksine bu
hususiyet kurban için tercih sebebi addedilmiştir. Hayatiyetini sağlıklı bir
şekilde devam ettirebilmesini temin gayesi ile doğduğunda kuyruğu
boğulmak suretiyle düşürülen Merinos koyunlarının bu
durumu kendi cinslerini islah maksadıyla yapıldığı için bir ayıp
ve bir eksiklik sayılmadığı anlaşılmaktadır. Bu sebeple etinin,
yağının ve kıymetinin düşmesi sözkonusu olmayan Merinos
koyunların kurban edilmesi caizdir. Kulağı dilinmiş,
işaretlemek amacıyla delinmiş, arka veya ön tarafından veya
ön tarafından bir parçası kesilmiş hayvanın kurban edilmesi
mekruhtur. Kesilmeden önce
ondan yararlanmak maksadı ile yünü kırpılmış olanın ve
gözü şaşı hayvanın kurban edilmesi de mekruhtur. Kurban kesilecek zaman:
Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü
günüdür ki, bu günlere eyyam-ı nahr denir. Fakat
birinci gününde kesmek daha faziletlidir. Kurbanlar
şehirlerde veya bayram namazı kılınan diğer yerleşim merkezlerinde
namazdan sonra, bayram namazı kılınmayan köylerde ve
göçebelikte de bayram günü tan yerinin
ağarmasından sonra kesilir. İlk vakit budur. Son vakit ise bayramın
üçüncü günü güneşin batmasından az
öncesine kadar devam eder. Bir özür sebebiyle bayram
namazına gidemeyen kimse, namaz kılacak kadar bir vaktin
geçmesinden sonra kurbanını kesebilir. Kurban geceleyin kesmek
tenzihen mekruhtur. Çünkü gece karanlık sebebiyle
kesim işinde yanlışlık yapma ihtimali vardır. Kurbanın kesim vaktiyle
ilgili birçok hadis-i şerif nakledilmiştir. Berâ b.
Âzib (RA)'den rivayete göre, "Resulûlullah (SAV)
buyurdu ki: "Bizim bu günümüzde ilk yapacağımız iş namaz
kılmak, sonra dönüp kurbanımızı kesmektir. Kim böyle
yaparsa bizim sünnetimize uymuş olur. Her kim bundan önce
kurbanını kesecek olursa, bu kurban ailesine takdim ettiği etten başka
bir şey olmaz. Bunun kurban olması söz konusu değildir.” Bu
hadis-i şerife göre, arefe günü gündüz veya
gece yahut bayramın ilk günü, bayram namazı kılınan yerlerde
namazdan önce kesilecek hayvan kurban hükmünde olmaz.
Enes (RA)’ten rivayet edilen bir hadiste şöyle buyurulur: “Kim
namazdan önce kurban keserse bunu iade etsin. Her kim namazdan
sonra keserse onun bu ibadeti tamam olur ve Müslümanların
sünnetine isabet etmiş olur.” Kurban kesme süresini
üç günle sınırlama şu delillere dayanır: Hz.
Ömer, Hz. Ali ve İbn Abbas (RA)’den nakledilmişti: “Kurban kesme
günleri üç gündür, ilk gün en
faziletlisidir.” Ayrıca İbn Ömer (RA) de şöyle demiştir:
“Kurban günleri birinci kurban gününden sonra iki
gündür. Bİr kimse,
ölmüş bir yakınının ruhuna bağışlamak üzere kendi
malından kurban kesebilir. Böyle bir kurbanı, Kurban bayramı
günlerinde (eyyam-ı nahr) kesmesi vacibtir. Arefe günü
kesilmez. Çünkü, kurban niyeti ile kesilecek hayvanlar
ancak kurban günleri kesilebilir. Bu kurbanın etinden kendisi
yiyebileceği gibi, başkalarına da dağıtabilir. Kurban niyetli olmayıp
da, bir hayvan keserek fakirlere dağıtmaya niyet ederse, onu istediği
günde kesebilir. Fakat bir kimse vefat eden kişinin emri ile, onun
adına keseceği kurbanın etinden yiyemez. Bunu tam olarak tasadduk
etmesi gerektir. Herhangi bir sebeple,
alınan kurbanlık bir hayvan kesilmeden bayramın
üçüncü günü güneş batmış olsa,
artık diri olarak tasadduk edilmesi gerekir. Çünkü kan
akıtma tasadduka dönüşmüş olur. Bunnu etinden sahibi
yiyemez. Kurbanın vacip olması için, kesim süresinin sonu
geçerlidir. Buna göre, kurban bayramının
üçüncü günü, güneş batmazdan
önce zengin olan mükellef bir Müslümana kurban
vacip olur. Bundan önceki sürede fakir olması hükmü
değiştirmez. Bunun aksine bayramın üçüncü
günü güneş batmadan biraz önce fakir düşen
veya vefat eden Müslümandan da kurban
yükümlülüğü kalkar. İnsanlar bayram
gününün tayininde yanılsalar ve namaz kılıp kurbanlarını
kestikten sonra, o günün arefe günü olduğunu
anlasalar, kıldıkları namaz ve kestikleri kurbanlar yeterli olur.
Çünkü bu gibi yanlışlıklardan sakınmak her zaman
mümkün olmayabilir. Bu yüzden Müslümanların
ibadet ve taatlarını korumak amacıyla bu konuda cevaz hükmü
verilmiştir Zilhiccenin onuncu
günü olduğu zeval vaktinden önce sabit olursa bayram
namazı kılınır. Bundan sonra kurbanlık kesilir. Fakat zeval vaktinden
sonra sabit olursa, o gün artık bayram namazı kılınmaz, kurbanlar
kesilebilir. Ertesi günü de bayram namazı kılınır. Zengin
kimsenin aldığı kurban, henüz kesilmeden ölse yerine
başkasını alması gerekir. Fakir kimsenin aldığı kurban ölse,
başkasını alması gerekmez. Zengin kimsenin aldığı
kurban kaybolsa veya çalınsa da, yerine başkasını kestikten
sonra bulunsa artık bunu da kesmesi gerekmez. Çünkü
kurban yükümlülüğünü yerine getirmiş
durumdadır. Fakat fakir kimsenin bu
takdirde kesmesi gerekir. Çünkü onun satın aldığı
kurban, adak niteliğinde belirli hale gelmiş ve kendisine vacip
olmadığı halde bu kurbanı üzerine borç haline getirmiştir. Kurban için alınan
hayvan, kaybolduktan veya çalındıktan sonra yerine başka hayvan
alınıp da daha sonra bayram günleri çıkmadan bulunsa, eğer
sahibi zenginse bunlardan dilediğini kurban eder. Ancak sonradan aldığının
kıymeti eksik olduğu halde onu keserse, aradaki eksik miktarı tasadduk
eder. Fakat fakir ise her ikisini de kesmesi gerekir.
Çünkü bunlar onun hakkında adak kurbanı
niteliğindedir. Bununla birlikte bir görüşe göre yalnız
birisini kesmesi de yeterlidir. Kaybolan kurbanlık hayvan
yerine alınan ikinci kurbanlık hayvan henüz kesilmeden kurban
kesme günleri geçtikten sonra önce kurbanlık bulunsa
sahibi bunlardan hiçbirini kesmez, belki bunların en değerlisini
tasadduk eder. Kurban edilecek hayvan
ite-kaka değil, inicitilmeden kesilecek yere
götürülmelidir. Kurban kesmek için bıçak
önceden bilenip hazırlanır ve hayvanın göremeyeceği bir yere
konulur. Sonra hayvan ayakları ve yüzü kıbleye gelecek
şekilde sol tarafına yatırılır. Hayvanın sağ arka ayağı serbest kalmak
şartıyla diğer ayakları bağlanır. Bundan sonra tekbir ve tehlil
getirilir. Arkasından “Bismillahi Allahü ekber” denilerek,
hayvanın boynuna bıçak vurulur. Nefes ve yemek boruları ile
şahdamarı denilen iki anadamarı kesilir. İlik bu ilk darbelerde
kesilmeyerek, kanın iyice boşalması ve hayvanın canının çıkması
beklenmelidir. Hayvanın canının iyice çıktığına kanâat
getirildikten sonra, ilik kesilerek başı koparılmalı, hayvanın
yüzülmesine başlanmalıdır. Aksi halde hayvan acı duyacağından
mekruhtur. Sığır, manda, koyun ve keçi çene altından,
deve ise göğsünden boğazlanır. Bunların aksini yapmak
mekruhtur. Hayvanı elinden gelirse,
kurban sahibinin kendisinin kesmesi menduptur. Kendisi kesemezse, bir
müslümana kestirir, kendisi de başında bulunmalı ve şu ayeti
okumalıdır. “Kul inne salati ve nüsüki ve mahyaye ve memati
lillahi rabbi’l-Alemine la şerike lehu.” “Şüphesiz benim
namazım, kurbanım ve diğer ibadetlerim, diriliğim ve
ölümüm alemlerin Rabbı olan Allah içindir. O’nun
ortağı yoktur.” Yalnız kurban sahibinin
besmelesi yeterli olmaz, kurbanı kesen “Bismillahi Allah-u Ekber”
demelidir. Besmeleyi kasten terkederse kurbanın eti yenilmez. Kurbanda
Vekalet Bir Müslüman
kurbanı kendi kesebileceği gibi bir Müslümana da
kestirebilir. Ancak kendisinin kesmesi daha faziletlidir. Kurbanı
kestirme konusundaki izin bizzat ifade edileceği gibi, izne delalet
eden söz, fiil ve davranışlarda izin sayılır. Mesela bir
Müslüman kurbanlık satın alsa kurban bayramı günü
hayvanı yatırıp ayaklarını bağlasa onun emri olmadan bir başkası gelip
hayvanı boğazlasa bu kurban için yeterlidir. Başka bir hayvan
kesmek gerekmez. İki Müslüman yanılarak birbirlerinin
kurbanlarını kendi adlarına kesmiş olsalar vacibi yerine getirmiş
olurlar ve kestiklerini değişmek suretiyle kendi hayvanlarını alırlar.
Eğer böyle bir durumu etler yenildikten sonra farkederlerse
helalleşirler. Aralarında anlaşmazlık çıkarsa birbirlerine
kurbanlıkların değerini öderler. Eğer eyyam-ı nahr geçmiş
ise bu paraları tasattuk ederler. Kurbanın eti, derisi ve
kurbanlıktan faydalanmak: Adak kabilinden olmayan
kurbanın etinden sahibi zengin olsun veya olmasın kendisi yiyebileceği
gibi fakir olmayan kimselere de yedirebilir ve dağıtabilir. Kurbanı dağıtma
oranlarının üçte bir olması müstehaptır. Sahibi,
kurbanın üçte birini kendisi yer, üçte birini
zengin bile olsa dostlarına ikram eder, üçte birini de
yoksullara tasattuk eder. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Onlardan
yiyin ve eli dar olana ve yoksula yedirin!” “Etinden yiyin ve ondan
dilenen, dilenmeyen yoksullara yedirin” İbn Abbas (RA), Hz.
Peygamber (SAV)’in kurbanıyla ilgili olarak şunu nakletmiştir: “O,
üçte birini aile halkına yedirir, üçte birini
yoksul olan komşularına yedirir, geri kalan üçte birini de
tasadduk ederdi.” Diğer yandan orta halli
bulunan kurban sahibinin nafakasını temin etmekle
yükümlü olduğu kimseler çok olursa, bu takdirde
kurbanın etini onların yemeleri için alıkoyabilir, bu menduptur. Kurbanın, zekatta olduğu
gibi kesildiği beldeden başka bir yere nakledilmesi mekruhtur. Ancak
kendi hısımlarına ve kendi beldesinde daha muhtaç olanlara
gönderme durumu müstesnadır. Kurbanın deri, et, yağ,
baş, ayak, yün ve süt gibi parçalarının satılması
mekruhtur. Bu ister vacip, ister nafile kurban olsun hüküm
değişmez. Eğer böyle bir şey yapılırsa kıymetini tasadduk etmek
gerekir. Bundan kasap ücreti de verilmez. Çünkü
Hz. Peyamber şöyle buyurmuştur: "Kurbanın derisini satan kimsenin
kurbanı olmaz." Hz. Ali (RA)'den
şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasulûllah (SAV)'ın,
kurban olarak kesilirken develerinin başında durmamı, derilerini ve
sırtlarındaki çullarını paylaştırmamı emretti ve onlardan
herhangi bir şeyi kasap ücreti olarak vermeyi bana yasakladı ve
"Kasap ücretini biz kendimiz veririz" buyurdu. KurbanIn derisi tasadduk
edilir veya ondan seccade veya sofra gibi evde kullanılacak bir şey
yapılır. Kesilmeden önce yünlerini kırkmak mekruhtur.
Kırkılacak olursa tasadduk edilmelidir. Fakat kesildikten sonra
yünü yolunup veya kırkılıp kullanılabilir. Deri kalıcı olan
ve kendisi ile yararlanılan şeyle mübadele edilebilir. Ancak nakit
para ile satılamaz ve bu deri yenilecek, içilecek şeyler gibi
tüketim maddeleri ile de mübadele edilemez. Hz. Âişe
(RA)'nin ve diğer bazı sahabilerin kurban derilerinden su tulumu
yaptıkları rivayet edilmiştir. Deri, eğer satılmışsa,
parasının sadaka olarak verilmesi gerekir. Kurbanın derisi konusu da
oldukça önemlidir. Kurbanın derisi umumiyetle sadaka olarak
verilir. Ülkemizin çeşitli şehir ve kasabalarında kurulmuş
hayır dernekleri vardır. Bunlardan birçoğu ümitlerini
kurban derilerine bağlamışlardır. Bir camii yapımını veya tamirini
tamamlamak, yurtlarda veya kurslarda kalan yüzlerce vatan evladını
okutmak için maddi imkana ihtiyaç vardır. Kurban derileri
böyle yerlere verilebilir. Hiçbir Müslüman,
"Benim vereceğim bir tek deriden, bir bağırsaktan ne olacak?" dememeli,
bu hususta büyük bir titizlik göstermelidir. "Damlaya
damlaya göl olur" atasözünü hatırdan
çıkarmamalıyız. Onun için bu gibi müesseselere
yapacağımız büyük veya küçük çaptaki
yardımları küçümsememeliyiz." Kurbanlığa binmek, onunla
yük taşımak veya herhangi bir iş için ondan istifade etmek
mekruhtur. Eğer hayvan kullanılır ve değeri noksanlaşırsa eksilen
kıymeti tasadduk etmek gerekir. Kiraya verilmiş ise kiradan elde edilen
para da tasadduk edilir. Eyyam-I nahr'dan
önce kurbanlığı bağlamak. Hayvana kurbanlık nişanı takmak,
işaretlendirmek. Kesilecek yere güzellikle, eziyet vermeden
götürmek. Yemek borusunu, nefes
borusunu ve iki şahdamarını kesmek ve keserken acele davranmak.
Boğazlamayı enseden değil, boğazdan yapmak. Kendi kurbanını kendisi
kesmek, kesemiyorsa ehil olan birine kestirmelidir. Kendisi de kurbanı
kesilirken hazır bulunmalıdır. Çünkü Peygamberimiz
(SAV) kızı Hz. Fatıma'ya: - Ey Fatıma! Kalk!
Kurbanının (yanına git!), onun kesiminde orada hazır bulun.
Çünkü, onun kanından damlayan ilk damla ile, senin
geçmiş günahların mağfiret olunur, buyurdu. Hz. Fatıma (RA): - Ya Resûlallah! Bu
(müjde), sadece bize, ehl-i beyte mi mahsus? Yoksa bize ve
bütün Müslümanlara mı? diye sordu. Peygamberimiz
(SAV): - Bize ve bütün
Müslümanlara, buyurdu. Hayvan kesilirken
besmeleden önce veya sonra: "Allahümme minke ve
leke salati nusuki ve mahyeye ve memati lillahi Rabbil-Alemine la
şerike lehu ve bizalike Ümirtü ve ene mine'l-müslimin."
Ey Rabbim bu senden ve yine sanadır. Namazım, kulluğum, kurbanım,
hayatım ve ölümüm eşi-benzeri olmayan alemlerin Rabbi
Allah içindir. Ben bununla emrolundum ve
teslim olanlardanım" demek. Dua ile besmeleyi birbirinden ayırmak.
Besmeleden önce veya sonra dua etmek, Besmele ile beraber dua
etmek mekruhtur. Kurban olacak hayvanın
imkan ölçüsünde en semizi, en
büyüğü olması. Eyyam-ı nahr'ın ilk günü
gündüzleyin kesmek. Kurban bıçağının çok keskin
olması. Hayvanı, kesildikten sonra soğumaya ve canın iyice
çekilmeye bırakılması, soğumadan ve can çekilmeden
önce yüzmek mekruhtur. Kurban sahibinin kurban etinden
yemesi. Çünkü bu
Allah'ın bir ziyafetidir. Etinden başkalarına vermek. Kurban
Bayramı'nda kesilmek üzere satın alınmış olan hayvan kesilmez ve
bayram günleri geçerse, hayvanın tasadduk edilmesi gerekir.
Bu konuda zengin ve fakir
aynı hükme tabidir. Zengin olan kişi ise kurbanlık alsın ve
almasın kurban kesmediği takdirde kurbanın kıymetini tasadduk etmesi
gerekir. Ertesi yıla bırakamaz. Bütün amellerin
özünü teşkil eden bu niyet ve takvaya Kur'ân-ı
Kerîm'de şöyle işaret edilir: Onların ne etleri, ne de
kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvanız ulaşır. Sizi
hidayete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diye
O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!)
Güzel davrananları müjdele! Ayet-i Kerîmesi'nde de
belirtlidiği gibi kesilen kurbanların eti ve kanı Allah
Teâlâ'ya ulaşmaz. Amma O'na gerçek anlamda ulaşacak
olan kulun iyi niyeti, ihlâsı, takvası ve samimi amelidir. O halde kim yaptığı
ibadetle daha çok Allah Teâlâ'dan korkar, saygı
duyar ve kötülüklerden sakınırsa, Allah
Teâlâ'ya o nisbette yakınlık sağlamış olur. O'na yakınlık
sağladıkça Allah Teâlâ'da onu sevmeye başlar.
Sevince de O'nun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve
yürüyen ayağı olur. Yani takva sahibi bir
kul, Allah Teâlâ'yla görür, işitir, O'nunla tutar
ve O'nunla yürür. Bu âyet, genel olarak bütün
ibadetlerde iyi niyet ve ihlâsın gerekliliğini ortaya koyar. Hz.
Peygamber bir hadislerinde, "Amellerin kıymeti ancak niyetlere
göredir. Herkesin niyeti ne ise, eline geçecek olan da
odur" buyurmuşlardır. Allah bütün
kainatı insanlar için yaratmış ve herşeyi onların emrine amade
kılmıştır. Deve, sığır, koyun, keçi gibi hayvanlar da Allah'ın
bu nimeti arasındadır. Kurban kesmek Allah'ın bu nimetlerine
şükür demektir. İnsan bu sayede Allah'a karşı sevgisini ve
cömertliğini ifade etmiş olur. Gerektiğinde Allah yolunda kan
akıtıp can feda edebileceğini de isbat eder. Kur'ân-ı
Kerîm'de Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: "Biz,
büyük başhayvanları da sizin için Allah'ın (dininin)
işaretlerinden (kurban) kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır.
Şu halde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah'ın
ismini anınız (ve kurban ediniz.) Yan üstü yere
düştüklerinde ise, artık (canı çıktığında) onlardan
hem kendiniz yiyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere
yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin
istifadenize verdik. Kurban, Hak yolunda bir
kurbiyyetin nişanesidir. Allah-ü Teâlâ’nın verdiği
nimetlerin bir şükranesidir. Kurban, fakirlere çekilen
ilâhi bir ziyafettir. Allah-ü
Teâlâ’nın Hazreti İbrahim’e tatbik ettiği bir imtihanın
devamıdır. Müslümanın kullukta geçirdiği
büyük bir imtihandır. Mü’minin rızayı Bârî
uğrunda gösterdiği cömertliğin örneğidir. Kurban Hak yolunda
fedakarlığın bir nişanesi, Allah’ın verdiği nimetlerin bir
şükrânesidir. Allah’a yaklaşmanın,
kemale ermenin belirtilerinden biri de sevdiğimiz şeyleri Allah yolunda
feda edebilmemize bağlıdır. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı
Hak bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah
yolunda, Din ve Mukaddesat uğrunda) harcamadıkca elbette iyiliğe ve
takvaya erişemezsiniz.” Şüphesiz ki
sevdiğimiz şeylerin başında Allah ve Resulüne iman ve vücut
sağlığından sonra malımız ve evladımız gelmektedir. Gerçek
müslüman malını ve evladını Allah yolunda feda edebilecek
insandır. İşte Kurban Bayramı bunun en güzel bir örneğidir.
Biricik evladını feda etmeye hazırlanan İbrahim (A.S.) ile canını
kurban etmek için “Babacığım madem ki Allah’ın emridir, Allah’ın
emrine karşı boynum kıldan incedir), emrolunduğunu yap, İnşaallah beni
sabredenlerden bulacaksın” diyen İsmail (A.S)’ın sünnetidir. Kurban, insanı Allah’a
yaklaştırır. Günahlardan arınmaya yardımcı olur,
müslümanın Yüce Allah uğrunda fedakârlığını
gösterir. Çoluk çocuğunun da huzurlu olmasına vesile
olur. Senede bir defa olsa bile fakir kimselere et gıdası yardımında
bulunulur. Yardımlaşma, dayanışma sevgi ve saygıyı arttırmış olur. Bizim her ibadetimiz
Allah rızasını kazanmak içindir. Hatta bu rızayı kazanmak
için canımızı, malımızı, herşeyimizi feda edebiliriz. Nitekim bu
husus Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’in dilinde şöyle
ifadelendirilir: “De ki: Şüphesiz benim namazım da,
nüsüklerim de, hayatım da ölümüm de,
hiçbir ortağı olmayan, alemlerin Rabbi olan Allah’ındır. Ben
böylece emrolundum. Müfessirlerin beyanına göre ayette
geçen “nüsük”ten maksat, Allah rızası için
kesilen kurbandır. Herşeye gücü
yeten Allah Teâlanın, biz aciz kulların haccına, kurbanına vs.
ibadetine elbette ihtiyacı yoktur. Aksine bizim onlara ihtiyacımız
vardır. İbadetler insanları ahlaken ve ruhen yüceltir; faziletli
gerçek birer şahsiyet yapar. Nitekim bir ayet-i kerimede Cenab-ı
Hak: “Onların (kurbanların) ne (sadaka edilen) etleri ne kanları,
hiçbir zaman Allah’a (yükselip) erişmez. Fakat sizden O’na
(yalnız) takva ulaşır.” buyurmuştur. Buna göre, sırf
Allah rızası için halisane niyetlerle kesilen kurbanların,
manevi bakımdan O’nun yanında değeri pek büyüktür. Elde
edilen bu manevî kâr yanında, kurban ibadeti maddi,
iktisadi ve içtimai birçok yönlerden toplumu
ilgilendiren bir ibadet görünüşündedir. Ama
herşeyden önce Allah’ın emri, kullara ifası vacip olan bir
ibadettir. Kurban, can da dahil
olmak üzere inanmış bir kimsenin bütün varlığını Allah
yolunda feda etmeye hazır olduğunun bir remzidir. Malını kurban eden
bir insan gerektiğinde canını cihadda ve Allah yolunda kurban
edecektir. Diğer taraftan kurban,
insanın nefsânî arzularını ve suflî duygularını
boğazladığının da bir işaretidir. Kurban kesen bir kimse artık
yüksek duygulara ve ulvî düşüncelere sahip olacak,
aşağı, âdî ve bayağı duygu ve düşüncelere
tenezzül etmeyecektir. İnsan olarak düşmeyecek,
yücelecek; gerilemeyecek ilerleyecektir. Herkesin kendi kurbanını
bizzat kesmesi ruh metânetini muhafaza etmek içindir. Zekat ve fıtır sadakası
gibi kurban ibâdeti de Müslümanlar arasında dayanışma
ve yardımlaşmayı sağlayan, sevgi bağlarını kuvvetlendiren sosyal bir
müessesedir. Ramazan Bayramı’nda fıtır sadakası, Kurban
Bayramı’nda etle günlük rızık temin etme kaygısından
kurtarılan fukaranın, bir neşe ve sevinme günü olan
bayramlara gerçekten ve gönülden katılmaları sağlanır.
Allah rızası ve fukaraya et ikramı şartları yerine getirilirse, bundan
sonra kurban etinden çoluk çocuğun yediği kısım
için de insan sevap alır. Kurban kesilmekle hem kesen aile, hem
de yoksullar temel gıda maddelerinden olan et bakımından genişliğe
kavuşur. Bu yüzden fıtır sadakasında kıymet verilebilirken,
kurbanda kıymetinin yoksullara dayatılması yeterli olmaz. Gerçi hergün
toplumun et ihtiyacı için yer yüzünde yüz
binlerce hayvan kesilmektedir. Ancak bunlardan yalnız alım
gücü olanlar yararlanıyor. Kurban etlerinden ise
çoğunlukla muhtaç olanlar yararlanır. Kurban kesilmesi
Müslümanlığa mahsus insanî ve toplumsal bir
fedakârlık örneğidir. Kurban Bayramı sebebiyle
milyonlarca hayvanın boğazlandığını ve geniş çapta mal varlığına
kıyıldığını ileri sürüp kurban kesmenin iktisadi bakımdan
sakıncalı olduğundan söz edenler bulunmaktadır. Ancak kesilen
kurbanların tırnaklarına varıncaya kadar hiç bir şeylerini zayi
etmemek pekâlâ mümkündür. Ekseriya
böyle de olmaktadır. Ayrıca kurbanların kesildiği ayda kasapların
kestikleri hayvanların sayılarında bir azalma olmaktadır. Zengİnler her zaman et
yediklerinden, kurban kesimi suretiyle et tüketiminde meydana
gelen artış, daha ziyade ya hiç et yüzü görmeyen
fukara veya yeterince et yiyemeyen orta tabaka lehinde olmaktadır.
Zaten meselenin sosyal adalet cephesi de budur. Bu iddia genellikle her
zaman et yeme imkanına sahip olan kimseler tarafından ileri
sürülmektedir. Şayet bunlar da senede
ancak Kurban bayramlarında doya doya et yiyebilen dar gelirli tabakadan
olsalardı veya onların dert ve ızdıraplarına yabancı olmamış
bulunsalardı böyle bir iddiaları olmazdı. Kendi nefisleri
için, her gün yüzbinlerce hayvanın kesilmesini israf
olarak görmeyenler, Kurban bayramında daha ziyâde fakirlerin
istifadesi için senede bir defa kesilen hayvanları israf
saymaları, adâlet duygusu yoksunluğundan başka bir şey değildir. Kurban, iktisâdı
terakki ve hayvancılığı teşvik eder, çünkü ekonomide
arz ve talep kanununa göre hayvan alıcısı çoğalınca, hayvan
besleyicisi de teşvik görmüş olur. Ve bu sûretle
hayvancılık ve ticâreti gelişir. Bâzı câhillerin
zannettikleri gibi, kurban kesmekle hayvan ve et israfı olmaz. Kurban
etleri sarfedildiği müddetçe kasap dükkânlarında
günlerce et sarfiyâtı da azalır. Binaenaleyh, Kurban
vecibesini yerine getirenler ekonomik dengeye hizmette bulunacakları
gibi yarın kıyamet gününde de yüce Allah’ın lütfuna
ve mağfiretine mazhar olacaklardır. Kurban bayramında hali
vakti yerinde olmadığı için kurban kesemeyenlerin
çoluğuna çocuğuna doya doya et yediremeyenlerin
üzülmeleri tabiidir. Böyle olan
Müslümanlar, içlerinden samimi olarak; “Allah bana da
verseydi ben de kurban keserdim” dedikleri veya gönüllerinden
geçirdikleri taktirde, kurban kesmiş kimseler gibi sevap
kazanacaklardır. Ayrıca efendimiz (s.a.v.)
Kurban bayramında sağlığında iki koç kurban etmiş ve birinin
kesimi anında: “Allahım, bunu kendim ve ümmetimden bugün
kurban kesemiyenler için bağışlıyorum. (Kabul et Ya
Rabbî)” buyurmuştur. Sakın unutmayalım: Arefe
günü sabah namazından itibaren farz namazları müteakip,
teşrik tekbirleri getirilir. Bunlar dördüncü bayram
gününün ikindi namazına kadar devam eder, bu
günlere de Eyyam-ı Teşrik denir denir. Kurbanlar, dinî
hayatımızın parlak tezahürlerindendir. İmam ve Allah’a kulluk
alâmetlerindendir. Hayatın en tatlı günleri, Allah ve
Resulü’nün sevgisi ve emirleri gölgesinde yaşayan ve
ebediliğe geçen günlerdir. Din aşkı
gönüllerin saadet sermayesidir. Allah’a itaatsizlik
için geçen ömürler heder olan kıymetlerdir. Hz.
Pygamber’e bizi ümmet yapan Allah’ü Zülcelâle
sayısız Hamd-ü Senalar ederiz. Şefâatına Nailiyet suretiyle
Cenneti’ne girenler arasında olmamızı Cenab-ı Hak’tan niyaz ederiz. Kurban, muayyen bir
vakitte, muayyen bir hayvanı ibadet maksadıyla usulune uygun olarak
kesmek demektir. Muayyen vakit’ten maksat: Kurban bayramı günleri,
muayyen hayvan’dan da maksat: Koyun, keçi, sığır ve deve gibi
şer’an kurban edilmesi caiz olan hayvanlardır. Arabça’da kurban
kelimesinden ziyade “Udhiye” kelimesi kullanılır. Çokluk şekli:
Edahi’dir. Sözlükte
yaklaşmak anlamına gelen kurban, Allah’a yaklaşmayı Allah yolunda
malların feda edilebileceğini, Allah’a teslimiyeti ve şükrü
ifade eder. Kur’an-ı Kerim, kurban müessesesinin Hz. Adem
(aleyhisselam)’ın çocuklarıyla birlikte başladığını haber verir.
Şöyle ki: Onlara
Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani
birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden
ise kabul edilmemişti. (1) Böylece âyet,
ALLAH’a yaklaşmak maksadıyla kurban sunma ibâdetinin insanlıkla
birlikte başladığını gösterir. Âyette kabul
edildiği belirtilen kurban Hâbil’e aitti ve bir koçtu.
Kabul edilmeyen de Kâbil’e aitti ve ekindi. Yüce dinimizin
fakirle zengin, komşuyla komşu arasında dengeyi sağlıyan ve sosyal
adaletin gerçekleşmesine dayanak olan vecibelerinden birisi olan
Kurban, Hicret’in ikinci yılında Müslamanlara meşrû
kılınmıştır. Meşrûiyyeti: Kur’an-ı Kerim Hadis-i Şerif ve İcma-i
Ümmet ile sabittir. Cenab-ı Hak şöyle
buyurur: Rabbin için namaz kıl ve nahr yap (kurban kes). Tercih
edilen bir tefsire göre; ayet-i kerimede geçen namaz’dan
maksat: Bayram namazı, nahr’dan da kasıt: Kurban kesmektir. İslÂm'da iki
mühim teklif vardır. Birincisi: Ta’zim li emrillâh,
ikincisi: Şefkat âlâ halkillâh.” Ta’zim li emrillâh:
Allah’ın emrini büyük tanıyıp, her şeyden üstün
tutmaktır. Yani ALLAH’a hakkıyla iman edip, yalnız ona ibadet etmek,
her şeyde yalnız O'nun rızasını gözetmektir. Sevgide Hakk’ın
rızasını, yollardan Sırat-ı müstakim’i seçmektir. Gerekirse
bu uğurda canını, malını, evlâd-ü İyâlini feda
eylemektir. Hayalinde böyle bir müslüman arayanlara Hz.
İbrahim’i (A.S) hatırlatmak kâfidir sanıyoruz. Şefkat âlâ
halkillah: ALLAHÜ
Teâlâ’nın yarattıklarına şefkatli ve merhametli olmaktır.
Binaenaleyh hâli, vakti yerinde olan ey müslümanlar!
Fakirlere, yoksullara muhtaçlara karşı katı yürekli
bulunmayınız. Onlara acıyınız,
kendimizi bir defa olsun onların yerine koyalım ve düşünelim.
Hele bayramlarda onları daha ziyade kollayalım. Bu, sadece onlar
için bir fayda değil, bizim için de bir kârdır.
Çünkü, bütün iyiliklerin, ibadetlerin
faydası, hep döne dolaşa yapana gelir. Bunu da asla hatırdan
çıkarmayalım. Kurban Allah’a yaklaşmak
maksadıyla ve yalnız O’nun rızasını kazanmak için kesilir.
Allah’tan başkası adına hayvan kesmek haramdır ve bu yolla
tevessül edenleri Hz. Peygamber (S.A.V) “Allah’tan başkası namına
hayvan kesene Allah lanet etsin” şeklinde ifadeleriyle uyarımşıtır. Soru: Zilhicce ayına
girmiş bulunuyoruz. Bu ayın faziletinden bahseder misiniz? Cevab:
Bismillahirrahmanirrahim. Zilhicce ayının
özellikle ilk on günün ve gecelerinin büyük
bir önemi vardır. Çünkü "On geceye yemin olsun"
ayet-i kerimesi ile, ekseri müfessirlere göre zilhicce ayının
ilk on gecesi kasdedilmiştir. Bu hususta Abdullah b.Abbas (r.a)'dan
sahih rivayet de vardır. Yine Abdullah İbni Abbas (r.a)'dan rivayete
göre, Rasûlüllah (s.a.v): - Başka günlerin
hiçbirinde şu (zilhiccenin ilk) on günündeki
amellerden daha efdal hiçbir amel yoktur, buyurdu. Sahabe-i
Kiram: - Ya Resûlellah!
Allah yolunda cihad da mı (O günler kadar sevimli değildir)?!
dediler. Efendimiz (s.a.v): "Allah yolunda cihad da!
Ancak bir kimse, canını, malını muhataraya (tehlikeye) atarak
çıkar, hiçbir şeyle dönmezse (yani cihad sırasında
ölürse) o kimse hariç." buyurdu. Hadis-i Şerifi Zilhicce
ayının on gününde yapılan ibadetlerin sevabının başka
günlerde yapılan ibadetlerin sevabından daha fazla olduğuna
delalet etmektedir. Ayni bu konuda şunları söyler: "Bu hadisten
anlaşıldığına göre bazı yerler başkalarına nisbetle daha
üstün olduğu gibi, bazı zamanların da başka zamanlara
üstünlüğü vardır. Zilhicce'nin on günü de
senenin diğer günlerinden daha faziletlidir. Bu
üstünlüğün faydası şurada görülür: Bir kimse en faziletli
günlerde oruç tutmayı veya başka bir ibadeti adasa, adağını
bu günlerde yerine getirir. Eğer en faziletli bir günde
oruç veya ibadeti adamışsa, o adağının da Arefe (Kurban
Bayramı'ndan önceki) günü yerine getirir.
Çünkü Zilhicce ayının on gününden en efdali
arefe günüdür. Eğer haftanın en efdal
gününü kast ederse, o zaman cuma günü olur. Bu hadisten anlaşıldığına
göre, belirtilen günlerin ibadeti, Allah yolunda cihaddan
daha üstündür. Nitekim sahabilerin cihadla ilgili sorusu
ve Hz. Peygamber'in cevabı bu hükmü daha açık olarak
ortaya koymuştur. Hem canı, hem de malı ile Allah için savaşan
ve kendisi şehid olan ve malı düşman tarafından zaptedilen kişi
ise, bundan müstesnadır. Peygamber (s.a.v)'in
işaret edilen günlerdeki ibadetin cihaddan bile faziletli olduğunu
bildirmesinden maksadının, hac ibadetini engelleyeceği için
sadece o günlerdeki cihadla ilgili olması muhtemeldir.
Çünkü Hz.Peygamber'in en üstün ibadetin
Allah yolunda cihad olduğunu belirten hadisleri vardır. Nitekim
Buhari'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettiği bir hadisi göre; "Bir
adam Peygamber (s.a.v)'e gelip: - Ya Rasûlallah!
Bana cihada denk bir ibadet göster, demiş. Hz. Peygamber (s.a.v)
de: "Öyle bir ibadet
bulamıyorum. Sen, mücahid savaşa gittiğinde mescidine girip
bıkmadan namaz kılmaya, ara vermeden oruç tutmaya muktedir
misin?" Bunu kim yapabilir ki?" cevabını vermiştir. Görüldüğü
üzere Ebu Hureyre'den rivayet edilen bu hadis açık bir
şekilde en efdal ibadetin Allah yolunda cihad olduğunu gösterir. Hacı olsun olmasın herkes
için, arefe gününden önceki Zilhicce ayının sekiz
gününde oruç tutmak mendubtur. Çünkü
Hz. Hafsa (r.a) şöyle demiştir: "(Hz. Peygamber (s.a.v) dört
şeyi hiç terk etmemiştir. Aşûre orucu. Zİlhİccenİn ilk on
günün orucu, her aydan üç gün oruç,
sabah namazından önce iki rekat namaz." Peygamberimiz (s.a.v)
Zilhicce ayında oruç tutardı ve tutmaya teşvik edirdi.
Şöyle ki: ... Rasûlullah
(s.a.v)'ın hanımlarından birinin (Ümmü Seleme) şöyle
dediği rivayet edilmiştir: "Peygamber (s.a.v) Zilhicce'nin dokuz
günü, Aşure günü ve her ay ayın ilk pazartesi ve
perşembe günleri (olmak üzere) üç gün
oruç tutardı. Hadis-i Şerif'ten anlaşıldığına göre,
Peygamber (s.a.v) şu günlerde oruç tutardı: a) Zilhicce ayının ilk
dokuz günü. Bu oruç Zilhicce'nin birinden dokuzuna
kadar devam eder. b) Aşûre
günü: Bilindiği gibi bu gün Muharrem ayının onuncu
günüdür. c) Ayın ilk pazartesi ve
perşembe günleri olmak üzere üç gün. Ebu Hureyre (r.a)'den
rivayete göre de Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurdu: "Ondaki
her bir günün orucu bir yıllık oruca (sevabca) eşittir.
Ondaki bir gece kıyamı (ibadetle ihya edilmesi) Kadir Gecesi'nin
kıyamına (ihyasına) eşittir. Zilhicce'nin ilk on
gün ve gecesenin böyle faziletli olmasının sebebi Hac
farizasını yerine getirmek isteyen mü'minlerin kutsal topraklarda
bu on gün içinde mahşerden bir tablo oluşturması ve
kalplerin, dertlerin, hedeflerin tek kalp, tek dert ve tek hedef haline
gelerek Kabe ile birleşmesi büyük bir olaydır ki, Allah'tan
insanlardan yana razı olup seçtiği İslâm dininin
kardeşlik, birlik ve dirlik dini olduğunu isbatlamaktadır. Soru: Arefe
günü ne demektir? Bir fazileti var mıdır? İzah eder misiniz? Cevab:
Bismillahirrahmanirrahım. Arefe: Zülhicce
Kameri ayının dokuzuncu günü, yani Kurban Bayramı’ndan bir
önceki gün demektir. Türkiye’de Ramazan Bayramı’ndan bir
gün öncesine de Afere günü denir. Bu günde
hacılar Arafat Dağı’na çıkarlar. Hacıların buradaki duruşlarına
Vakfe adı verilir. Arefe günü, haccın temel rüknü
olan vakfenin o gün yapılması sebebiyle büyük önem
taşımaktadır. Bu günün önemine, faziletli ve makbul
duanın o gün yapılan dua olduğuna dair hadisler vardır. Hz. Aişe
(r.a) validemizden rivayete göre Peygamberimiz (s.a.v) şöyle
buyurdu: “Arefe günü
vakfe sırasında Cenab-ı Hakk’ın Cehennem’den azad ettiği kulların
sayısı diğer günlerde azad edinlerle, kıyaslanmayacak kadar
çoktur. Allah, Arefe günü vakfe yapanlara yaklaşır.
Sonra onlarla meleklere karşı iftihar ederek “bunlar ne istiyorlar ki
bütün işlerini bırakıp burada toplandılar” der. Yine Talha b.
Ubeydullah (r.a)’den rivayete göre Peygamberimiz (s.a.v)
şöyle buyurdu: “Günlerin en efdali Arefe
günüdür. (Faziletçe) cum’a’ya muvafakat eder. O,
cum’a günü dışında yapılan yetmiş haccdan efdaldir. Duaların
en efdali de Arefe günü yapılan duadır. Benim ve benden
önceki peygamberlerin söylediği en efdal söz de:
“lailahe illalah vahdehu lâşerikelehu. (Allah birdir, Ondan başka
ilah yoktur, O’nun ortağı da yoktur) sözüdür.” Hz. Peygamber’den Arefe
günü oruç tutmanın faziletine dair hadis rivayet
edildiği gibi, Arafat’ta oruç tutmanın menedildiğine ve
kendisinin orada oruç tutmadığına dair hadisler de vardır.
Meselâ: İkrime (r.a) demiştir ki: “Biz Ebu Hureyre’nin evinde
onun yanında idik. Ebu Hureyre (r.a) bize, Resûlullah (s.a.v)’in,
Arefe günü Arafa'ta oruç tutmayı nehyettiğini haber
verdi.” Yine
Ümmü’l-Fadl bint Haris’den rivayet edildiğine göre,
(bazı) insanlar, onun yanında Arefe günü
Resûlüllah (s.a.v)’in oruçlu olup olmadığı konusunda
münakaşa ettiler. Bir kısmı: “O, oruçlu” derken, bazıları
da “Oruçlu değil” dediler. Bunun üzerine
Ümmü’l-Fadl, Hz. Peygamber (s.a.v)’e Arafat’da devesinin
üzerinde durmakta iken, bir bardak süt gönderdi.
Resûlüllah (s.a.v)’da (sütü) içti. Buna göre, hacıların
zayıf düşerek asıl görevlerini aksatmalarına yol
açacağı için arefe günü oruç tutmaları
mekruh, hacca gitmeyenlerin aynı gün oruç tutması ise
müstehap kabul edilmiştir. Çünkü Ebu Katade
Peygamber Efendimiz’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Ben
Allah’dan umuyorum ki Arefe günü tutulan oruç,
içinde bulunulan seneden önceki ve sonraki seneye keffaret
olur.” Bu hadis şöyle yorumlanır: Eğer küçük
günahlar işlenmişse yahut işleyecekse onlar affedilir, eğer
küçük günahı yoksa büyük günahları
hafifletilir, büyük günahı da yoksa derecesi
yükseltilir. Özetlersek, Hac’da
olmayanların Zilhicce’nin dokuzuncu (Arefe) günü oruç
tutmaları müstehaptır. Sohbet; (Prof. Dr. M.
Es'ad COŞAN, 13. 03. 1998 / Avustralya) Taberânî'de
ve İbn-i MâceÕde Katâde'den ve İbn-i Asâkir'de
Ebû Saîd el-Hudrî Hazretleri'nden rivayet edilmiş
edilmiş bir hadis-i şerif. Peygamber SAS Efendimiz
bu hadis-i şerifte buyuruyor ki: 426/1
(Men sàme yevme arafete gafarallàhu lehû seneteyn,
seneten emâmehû ve seneten halfehû.) Sadaka
rasûlullàh, fî mâ kàl, ev kemâ
kàl... Rasûlullah'ın
söylediklerinin hepsi hoştur, güzeldir. Allah cümlemizi
onun şefaatine erdirsin... Oruçla ilgili bir hadis-i şerif. Bu
Arafe günü orucu, yâni Kurban bayramından bir gün
önceki gün... Herkesin gidip de, ÒYarın keseceğimiz
kurbanları alalım!Ó diye telâş içinde oldukları,
bayram hazırlıklarının yapıldığı, evlerin temizlendiği Arafe
günü var ya; işte o gün oruçlu olursa... Bu
seneye tatbik edecek olursak, Kurban Bayramı [16 Mart perşembe]
günü olduğuna göre, [15 Mart çarşamba]
günü Arafe günü olacak demektir. Ne olacak arafe
gününde?.. (Men sàme yevme arafete) ÒArafe
gününde kim oruç tutarsa, (gafarallàhu
lehû seneteyni) Allah onun iki senesini mağfiret eder. Yâni
iki senesinde işlemiş olduğu günahları bağışlar, afv-ü
mağfiret eyler. (Seneten emâmehû) Bir önündeki
gelecek, yaşayacağı senenin günahlarını; bir de (seneten
halfehû) geçmiş senesinin günahlarını bağışlar. Tabii gelecek senenin
günahlarının affolması ne demek? Bir bakıma burdan çıkan
mânâ nedir: Allah ömür verecek de, ÑAllah
cümlenize hayırlı uzun ömürler versin önündeki
seneyi yaşayacak demek oluyor. Ben burdan kendi kendime bir müjde
daha çıkartıyorum: Demek ki arafe günü oruç
tutanın bir geçen senesinin günahları affolacak, bir de
gelecek senesinin günahları affolacak; iki müjde bu... Bir de
bir sene daha yaşayacak demektir. Böyle bir müjde de
çıkıyor bu sözün altından... Soru: Teşrik tekbirleri
ne demektir? Ne zaman, nasıl getirilir? Cevab:
Bismillâhirrahmanirrahim. Cenab-ı Hak şöyle
buyurur: "Ve sayılı günlerde (teşrik günlerinde) Allah (-u
Teâlây) ı zikredin, (Tekbir ve tehlilde bulunun. Namazları
müteakip, kurbanları keserken ve taşları atarken tekbir alın).
Artık her kim (kurban gününden sonraki) iki günde (işini
bitirip Mina'dan ayrılmak hususunda) acele ederse, onun üzerine
hiçbir günah yoktur ve her kim geri kalırsa, (acele etmeyip
üçüncü günü de Mina'da kalırsa), onun
üzerine de hiçbir günah yoktur. (Fakat bu serbestlik,
haccını rıza-ı ilâhi için yapıp, Allah-u
Teâlâ'nın yasaklarına yaklaşmaktan) sakınan içindir.
Ve Allah (-u Teâlâ)dan korkun, (bütün işlerinizde
takvadan ayrılmayın). Ve bilin ki, muhakkak sizler, ancak O'na (Allah-u
Teâlâ Hazretleri'nin huzuruna) haşr olunacak (toplanacak)
sınız. (149) Müfessirlerimizin
beyanlarına göre bu ayeti celilede geçen, sayılı
günlerden murat: Kurban Bayramı'nın 2. 3. ve 4. günleri olan
eyyamı teşrik (teşrik günleri) dir. Bu günlerde Allah'ı
zikretmekten maksat, farz namazların akabinde, kurbanlar kesilirken ve
şeytanlar taşlanırken getirilen tekbirlerdir. Teşrik'in
sözlük manası: Teşrik, güneşe karşı sermek,
güneşletmek, manasına gelir. Mezkûr günlerde kurban
etleri güneşe karşı serilerek kurutulduğu için bunlara
teşrik günleri adı verilmiştir. Aynı günlere; "Mina
günleri" de denilir ki, o günlerde hacılar Mina'da
bulundukları içindir. Arefe günü
sabah namazından, bayramın dördüncü günü
ikindiye kadar her namazın arkasından bir defa: "--Allàhu ekber,
allàhu ekber, lâ ilâhe illallàhu
vallàhu ekber, allàhu ekber, ve lillâhil-hamd.."
diye tekbir getirilmesi lâzım! Bu tekbirler vacib diye
hatırlatmıştım. Bu günlere eyyam-ı
teşrık (teşrık günleri) derler. Kaf ile, teşrik değil de teşrık...
Teşrık, Arapçada etleri güneşe koyup kuru et haline
getirmek mânâsına, kurutmak mânâsına geliyor.
Çünkü buranın sıcağı o kadar fazla oluyor ki, etler
kesilip de güneşe konuldu mu, veya kayanın üstüne
yayıldı mı, pastırma gibi kuruyuveriyor ve bozulmuyor. Birden kuruduğu
için kokmadan, bozulmadan kuru et haline geliyor. Sonra onu
istedikleri zamanda kesip, ateşe koyup, pişirip yiyor buranın
ahalisi... Bu adet olduğu
için bu günlerin adı eyyam-ı teşrık olmuş. Teşrik olursa,
mânâ şirk kelimesiyle ilgili olur. Teşrık olunca,
güneş ışınlarına mâruz bırakmak mânâsına şark
kelimesiyle ilgili oluyor. Allah hacılarımızın haclarını makbul
eylesin... Gelmeyenlere bu mübarek beldeleri gelip görmek, bu
önemli olan dînî ibadeti, insana çok faydaları
olan, görüşünü, görgüsünü,
bilgisini çok arttıran bu güzel ibadeti, bu güzel
mahallerde gelip yapmayı nasib eylesin... Hazırlayan; Mehmet Talü – Milli
Gazete, Mart – 2000
|
|||||||||||
|